AKP ve MHP, Hrant Dink cinayetinin aydınlatması için verilen önergeyi reddetti

AKP VE MHP, HRANT DİNK CİNAYETİNİN AYDINLATMASI İÇİN VERİLEN ÖNERGEYİ REDDETTİ

HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan'ın Hrant Dink cinayetinin aydınlatılması amacıyla TBMM'ye sunduğu araştırma önergesi AKP ve MHP'li vekillerin oylarıyla reddedildi.

HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan'ın Hrant Dink cinayetinin aydınlatılması amacıyla TBMM'ye sunduğu araştırma önergesi AKP ve MHP'li vekillerin oylarıyla reddedildi.

TBMM genel kurulunda HDP nin 19 ocak 2007 tarihinde  İstanbul Şişli'de bulunan Agos gazetesinin önünde katledilen gazeteci Hrant Dink cinayetinin araştırılması için verdiği önerge, AKP oylarıyla reddedildi.

Önerge görüşülürken HDP grubu adına söz alan Garo Paylan Hrant Dink'in Kat edilmeden hemen önce yazdığı "Ruh halimin güvercin tedirginliği" başlıklı yazıyı genel kurulda okudu.

Meclis'te tekklifin görüşüldüğü sırada milletvekileri şöyle konuştu:

AK PARTİ GRUBU ADINA ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisi Grubunun, Hrant Dink cinayetinin araştırılması hususunda, Meclis araştırması açılması için vermiş olduğu grup önerisi üzerine AK PARTİ Grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, aziz milletimizi ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Çok değerli milletvekilleri, biraz önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz alan hatip 2007 yılı içerisinde meydana gelen olaylarla ilgili olarak bazı düşüncelerini ifade etti ancak merhum Hrant Dink'in 19 Ocak 2007 tarihinde Agos gazetesi önünde öldürülmesinden önceki bazı tarihlerde de çok farklı olayların olduğu hususunda, burada, sayın Genel Kurulumuza, saygıdeğer milletvekillerimize bilgi vermek istiyorum.

5 Şubat 2006 tarihinde Trabzon'da İtalyan Katolik Kilisesi Rahibi Santoro'nun öldürülmesi, 17 Mayıs 2006 tarihinde Danıştay 2. Dairesine yapılan silahlı saldırı, daha sonra, merhum Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra 18 Nisan 2007 tarihinde Malatya Zirve Kitabevinde 3 vatandaşımızın öldürülmesi ve daha sonra da 12 Temmuz 2007 tarihinde Ümraniye'de bir operasyonda ele geçirilen el bombaları sonucunda başlatılan Ergenekon soruşturması. Bunları bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, dışarıdan güdümlü bir aklın, FETÖ terör örgütü aklının, o tarih itibarıyla Türkiye'yi bir kaos ortamına sürüklemek, yönetilemez bir ülke görüntüsü vermek üzere bir operasyon yürüttüğünü görüyoruz. Niye? O tarihlerde görevlerde bulunan Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek'in, Ali Fuat Yılmazer'in, özel yetkili Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün bu planlama içerisinde yer aldıklarını ve malum bu suikastlerin, bu operasyonların aklını temsil ettiklerini görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, biraz önce Cumhuriyet Halk Partili milletvekilimiz dedi ki: "AK PARTİ'li bir grup bu Hrant Dink cinayetlerini o süreç içerisinde takip etti." Evet, biz takip ettik. Sayın milletvekillerimizle beraber ben de İstanbul il başkanlığında bu cinayet üzerine yargılamaları bizzat takip ettim. Peki, Cumhuriyet Halk Partisi ne yapıyordu o zaman? Bunun cevabını niye vermedi acaba, çok merak ediyorum. Ne yapıyordu biliyor musunuz? 17 Nisanda "Biz sözde değil özde cumhurbaşkanı istiyoruz." diyen bir genelkurmay başkanının peşine düşmüş onu takip ediyordu. Ne yapıyordu? AK PARTİ'nin kapatılması davasıyla beraber, 22 Temmuz erken seçimlerinden önce, Cumhurbaşkanlığına seçilmemesi için Anayasa Mahkemesi nezdindeki her türlü itirazı takip ediyordu. Maalesef cinayetle hiçbir işi yoktu.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Ya, siz iktidarsınız, niye yargılanmıyorlar, bunu açıklayın.

ABDULLAH GÜLER (Devamla) - Çok saygıdeğer milletvekilleri, şu anda İstanbul'da 14. Ağır Ceza Mahkemesinde, 2016/32 sayılı dava dosyasıyla 4'ü tutuklu 86 sanıklı dava devam ediyor.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Niye adalet ortaya çıkmıyor, onu açıklayın.

ABDULLAH GÜLER (Devamla) - Peki, kimler var bunların içerisinde? Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, FOX TV'nin Haber Müdürü Ercan Gün, o zamanki Jandarma Komutanı Ali Öz, Zekeriya Öz, fotoğrafı çeken polis memurları, o dönemde Emniyette görevli istihbarat memurları, daire başkanları, şube müdürleri, İstanbul'da görev yapan o dönemdeki Jandarma ve Emniyet mensuplarının tamamı, 86 sanık şu anda yargı önünde hesap veriyor.

Çok saygıdeğer milletvekilleri, bizim bağımsız Türk yargısına güvenimiz tamdır ve bunun sonucunda da bu olaya karışan sanıkların tamamının ceza alacağına biz inanıyoruz.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, Hrant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde katledildi ve tetikçi Trabzon Pelitli'den istihbarat görevlilerince uğurlandı ve İstanbul'da istihbarat görevlilerince karşılandı. Hrant Dink katledilirken etrafında -görüntülerde belli- onlarca istihbarat görevlisi şahitliğinde Hrant Dink katledildi. Bütün bu görüntüler sabitken, mahkemeye verilmişken, on iki yıldır her noktayı bulabilen devletimiz, bu istihbarat görevlilerini mahkeme önüne çıkaramamıştır. Çıkarmış göründükleri de tek tek beraat ettirilmiştir, serbest bırakılmıştır.

Bir şey daha var, FETÖ'ye yıkılmaya çalışılıyor bu mesele, sekiz yıl önce de Ergenekon'a yıkılmaya çalışılıyordu. Biz diyorduk ki: "Topyekûn devlet sorumluluğu vardır." O zaman, sayın hatip, dönemin Emniyet Müdürü "Celalettin Cerrah FETÖ'cüdür." demek istiyor, biliyorsunuz sonra AKP tarafından vali yapıldı, dönemin valisi "Muammer Güler FETÖ'cüdür." demek istiyor Sayın Hatip herhâlde, biliyorsunuz sonra AKP tarafından milletvekili ve bakan yapıldı.

BAŞKAN - Devam edin Sayın Paylan.

Buyurun.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Dönemin Yargıtaydaki üyesi, Hrant Dink'in Türklüğe hakaret ettiğini söyleyen kişi ombudsman yapıldı, herhâlde onun FETÖ'cü olduğunu söylüyor veya şu Yeni Çağ'ın attığı manşet "Hrant Kaşıyor" dediği, Yeni Çağ'ın "Ermeni'ye Bak" dediği, Orta Doğu'nun "Kovun Bunları" dediği kişileri herhâlde FETÖ'cü sayıyor Sayın Hatip. Ortada topyekûn bir devlet sorumluluğu var ve on iki yıldır o devlet sorumluluğuna bakılmıyor. Ve biliyorsunuz ki yüzleşilmeyen her suç tekrarlar Sayın Başkan. Bu anlamda, bu Meclisin, bu sorumluluğu yerine getirmesi çağırısını yapıyoruz. "Milli mutabakat" dediğim, devlet içindeki Hrant'ı korumayan katil millî mutabakattır yoksa topyekûn devleti itham etmiyorum ama on iki yıldır da üzerine gitmediğimiz için maalesef cinayetin üstünü örtenler cinayete ortak olmuşlardır Sayın Başkan.

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Paylan.

Buyurun Sayın Akçay.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - İşte biraz evvel "mugalata" dediğim de tam bu şekilde. "Herhâlde şunu demek istiyor hatip, herhâlde bunu demek istiyor hatip." diyerek söylediğim açık ifadeleri böyle biraz da çarpıtma niyetiyle son derece anlamak istemekten uzak birtakım ifadelerde bulundu. Kastettiğimiz kişiler değil, kim olursa olsun, o bahsettiği, ismini verdiği kişiler de olabilir, olmayabilir, önemli olan bu meselenin özüne ve gerçeğine odaklanmaktır ve bu menfur suikastta amacının ne olduğu hususunda da mutlaka odaklanmak gerekir. Yani sürekli birtakım ithamlarla, biliyoruz o Emniyet görevlilerinin şimdi hepsi FETÖ'den içeride, o katili pışpışlayıp sırtını sıvazlayıp, pışpışlayanların olduğunu da.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Önergenin gerekçesi

TBMM'nin bugünkü oturumda sunulan önergenin gerekçesi şöyleydi:

"Gazeteci Hrant Dink, 19 Ocak 2007 tarihinde İstanbul’da kurucusu olduğu ve genel yayın yönetmenliğini yaptığı AGOS Gazetesi’nin önünde öldürülmüştür.

Hrant Dink, öldürüldüğü güne kadar Türkiye halklarının eşit yurttaşlık talebini dile getirmiş, devletin katı, milliyetçi ve ayrımcı politikalarını eleştirmiş, barışın ve eşitliğin önemini savunmuş bir gazetecidir. Öldürülmesi toplumun pek çok kesiminde, farklı etnik kimlikten ve dini inanıştan kişilerde ortak bir acı yaratmış, cenazesinde yüz binlerce insan bir araya gelmiş, birbirinin varlığını ve acısını sahiplenerek bir arada yaşamaya duyulan özlemi ortaya koymuştur. Hrant Dink, öldürüldüğü günden sonra da Türkiye’de eşitliğe ve çoğulculuğa duyulan özlemin; demokrasi ve adalet istencinin bir sembolü haline gelmiştir. Hrant Dink cinayetinden sonra başlayan yargı sürecinin de sembol bir nitelik taşıdığı söylenebilir: Dink davası, ortada Türkiye'nin Ermeni bir yurttaşına karşı adeta "milli mutabakatla" işlenen bir cinayet olmasına rağmen, ne yazık ki, hafızalarda cezasızlık kültürünün sembollerinden biri olarak yer etmiştir.

Hrant Dink, AGOS’ta yayımlanan Sabiha Gökçen’e ilişkin yazısından (6 Şubat 2004) sonra ırkçı çevreler tarafından hedef haline getirilmeye başlanmıştır. Yazının yayımlanmasından sonra Genelkurmay Başkanlığı tarafından bir açıklama yapılmış ve takip eden süreçte Dink, İstanbul Valiliği’nce çağrılarak, “uyarılmıştır.” Yanı sıra 16 Nisan 2005 tarihinde, Dink hakkında “Türklüğe hakaret” suçlamasıyla (TCK 301) dava açılmıştır. Dink hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş, karar, bilirkişi raporuna ve Yargıtay Başsavcılığı’nın itirazına rağmen Yargıtay tarafından onaylanmıştır. Öldürülmesine varan süreç boyunca Dink, sahip olduğu Ermeni kimliği üzerinden, medya aracılığıyla ırkçı, milliyetçi kesimler tarafından hedef haline getirilmiş, “Türk Düşmanı Ermeni!” gibi pek çok nefret söyleminin hedefi kılınmıştır. Hükümet tarafından, Dink’in hedef gösterilmesini engelleyecek, medyadaki nefret söylemlerini kınayan bir tutum alınmamış, tam tersine hükümet temsilcileri cinayetin şartlarını yaratan söylemlerde bulunmuştur.

Hrant Dink cinayeti örgütlü bir suç niteliği taşımaktadır. Cinayete giden süreçte, devletin çeşitli kademelerinden kişiler suikast planı ile ilgili bilgi sahibi olmalarına rağmen harekete geçmemiştir. Ayrıca, Dink’in katil zanlısının Samsun Emniyeti’nde emniyet mensuplarınca bir “kahraman” edasıyla karşılanmasına ilişkin basına yansıyan görüntüler, Hrant Dink cinayetine ilişkin “kirli ilişkilerin” rolünün ipuçlarını veren, toplumsal hafızada silinmeyecek derin bir iz olarak değerlendirilebilir.

Bu anlamda Devlet, Hrant Dink’in “yaşam hakkının ihlali” konusunda koruma ve önleme sorumluluğunu yerine getirmediği gibi çok sayıda kamu görevlisi cinayetin şartlarının oluşmasında rol almıştır. Cinayetten sonra da yeterli ve etkili kovuşturma/soruşturma süreci gerçekleştirmemiştir. Hrant Dink cinayetinde sorumluluğu olan kamu görevlileri görevlerine devam ettirilmiş, hatta aralarında terfi ettirilenler olmuştur.

Hrant Dink’in katillerinin yargılanmasına 20 Nisan 2007’de İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlanmıştır.Hrant Dink davası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) de taşınmıştır. AİHM, Dink Kararı’nda Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) yaşam hakkı (madde 2), ifade özgürlüğü (madde 10) ve mahkemeye etkili başvuru hakkını (madde 13) ihlal ettiğine oy birliğiyle karar vermiştir.

Sonuç olarak, Hrant Dink davasında ihtiyaç duyulan adalet, temsili bir yargılama ve tetikçilerin/belli kişilerin ceza almasıyla değil; cinayete ortam hazırlayanların ve sonrasında sorumluları bir tür cezasızlık zırhıyla kuşatarak bu nefret suçunun üstünü örten zihniyetin tüm aktörlerinin açığa çıkarılması ve hakikatin aydınlatılması ile yerini bulacaktır.

TBMM’nin olaydaki sorumluların açığa çıkarılmasına destek olacak, toplumsal vicdanı rahatlatacak ve böylesi acıların bir daha yaşanmasını önleyecek bir irade göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle bir Meclis Araştırması açılmasını arz ve talep ediyoruz."

Önergenin oylanması öncesinde Paylan TBMM Genel  Kurulu'nda söz aldı ve Dink'in öldürülmeden hemen önce yazdığı "Ruh halimin güvercin tedirginliği" makalesini okudu. Paylan konuşmasının ardından "Hrant'a borcumuz var" dedi ve Genel Kurul'dan önergeye destek vermelerini talep etti. 

(T24)

Yorum Gönder

Yorumlar